Gonca Tokyol
6 min readMar 8, 2023

--

Depremin kadınları: “Küçük kıyamet koptu”

Depremin ikinci günü Antakya girişinde bir sandalyede oturan kadın “Küçük kıyamet koptu” diye sesleniyor, 7 Şubat 2023.

Hatay şehir merkezine giren yol, havalimanı kavşağını geçtikten sonra dümdüz. Yolun iki yakasında önce tek tük olarak başlayan enkazlar, bir noktadan sonra her yeri sarıyor.

Daha merkeze yakın bile değiliz. Suratımızda daha sonraları kente ilk kez ulaşanlarda sıklıkla gördüğümüz o şaşkın bakış var. Yıkımın her yana yayıldığı, artık ilerlemenin mümkün olmadığı bir noktada -sonradan iletişimin günlerce ‘normale’ dönmediği kentte birilerine yol tarif ederken sıklıkla kullanacağımızı bilmediğimiz devasa alışveriş arabasının hemen yakınlarında araçtan iniyoruz.

Durduğumuz yerin hemen yanında katları birbirine girmiş bir enkaz var. Yanında Elif bekliyor, üzerinde uzun krem montu, altında yıldızlı polar pijaması, başında yazma. Elif’in hemen yanında üzerleri zebra perdeyle örtülmüş iki cenaze duruyor. “Kendimiz çıkardık ablamları da ölülerini nereye götüreceğiz bilmiyoruz” diyor. “Bugün ikinci gün ama ne dirilerimize ne ölülerimize sahip çıkan var.”

Çok beklenen yardımın ilk günlerde gelmeyeceği, gelince de organizasyonluk sebebiyle tıkayacağı Atatürk Caddesi’nde ilerledikçe yıkım boyutu daha da artıyor. Daha kötüsü de olmaz artık derken hep daha kötüsü oluyor.

Yolun hemen yanına konan sandalyelerden birinde oturan 70’li yaşlarındaki teyze “Küçük kıyamet koptu” diye sesleniyor eliyle Antakya’nın merkezine doğru giden tarafı işaret edip. “Yürüyün biraz daha, ne olduğunu göreceksiniz.”

İşaret ettiği yerde iki kadın bölgeye ulaşmış az sayıdaki asker gruplarından birini durdurmaya çalışıyor. Askerler daha ileriye gitme emri almışlar, “Döneceğiz” deseler de binlerce enkazın yardım beklediği kentte verdikleri sözü tutamayacaklarını herkes biliyor.

Caddenin üzerindeki Nazik Apartmanı’nın önünde bekleyen kadınlardan biri “Hayır inanmıyorum” diye bağırıyor. “Yardım için dönmeyeceksiniz. Bizi terk etmenizi kabul etmiyorum.”

Önünde bekledikleri apartmandan ilerleyen günlerde aynı aileden toplamda 15 kişinin cenazesi çıkıyor.

Depremin ikinci günü Antakya girişinde bir enkazın başında bekleyen Elif, “Kendimiz çıkardık ablamları da ölülerini bile nereye götüreceğiz bilmiyoruz” diyor, 7 Şubat 2023.

İlk günlerde enkazdan çıkarılan cenazeler yine enkazdan çıkarılan battaniyelere sarılıyor ve yol kenarına bırakılıyor. Bölgedeki az sayıda yetkilinin söylediği bu: Cenazeleri araçlar gelip kaldırımdan alacak.

Ailesinden dört kişinin cenazesinin başında bekleyen bir kadın bir süre ağladıktan sonra sessizce kaldırımın kenarına oturup etrafı izliyor. Karşı tarafta kucağında büyük kısmı boş bir cenaze torbasıyla oturan bir gönüllü var, yanındakilere “Abi çok ufak bu daha, dursun benimle, yere koymayalım, araç gelince veririm ben” deyince gözü yanındaki battaniye tepelerinden küçük olanına takılıyor.

Geri dönüş yolundayken kentteki az sayıda iş makinasından biri yolun solundaki enkazlardan birinde çalışıyor. Polar battaniyelere sarılmış kadınlar bir taraftan enkazdaki yakınlarına ulaşmak istese de bir diğer yandan çalışmanın katlar arasında sıkışan bir cenazenin yanında devam etmesinden rahatsız. “Üstünü örtün bari” diyor içlerinden biri, cenazeyi mi yoksa kendilerini mi yaşanacaklardan korumaya çalıştıkları belirsiz.

Ambulanslar yavaş yavaş kente gelmeye başlıyor, ana caddede artık siren sesleri duyuluyor. İçlerinden biri arabayı bıraktığımız yere yakın bir noktada durmuş, kadın paramediklerden biri gelip tuvalet ihtiyacımızı nerede giderdiğimizi soruyor. Bilmiyoruz.

Sonra gözümüz havanın kararmaya başlamasıyla yarı yıkık binaların arasında kaybolan, yol kenarındaki ağaçların arasından elinde peçete paketleriyle çıkan kadınlara takılıyor. “Birlikte gidelim” diyoruz. “Biri yaparken diğerleri de etrafa göz kulak olur.”

Antakya’da güneşin kaybolmasıyla birlikte irili ufaklı ateşler yanmaya başlıyor, 8 Şubat 2023.

İlerleyen günlerde de tuvalet sorunun devam ettiği kentte aynı yöntemi kullanmaya devam ediyoruz. Deprem bölgesindeki kadınlar günlerce tuvalet ihtiyaçlarını giderecek güvenli yerlere ulaşamıyor, regl dönemlerinde gerekli ürünlere erişemiyor, temiz iç çamaşırı bulamıyor; biz de Rachael’la birlikte günde iki kere birbirimize “çişe gidelim mi” diye soruyoruz. İçimizden birinin alt dudağının titremeye başladığını fark ettiğimizde “iyi misin” diye sormak kadar normalleşiyor bu soru.

Sonra zaten her şey normalleşiyor.

Bir süpermarketin otoparkında uyanıyorsunuz, uyku tulumunun içinde; aynı yerde kurulmuş derme çatma çadırlardan birinde kalan bir aile ateşin başına ısınmaya davet ediyor. Gece yağmur yağınca hep su girmiş içeri, dışarı çıkardıkları battaniyeleri kurutmaya çalışıyorlar.

Anne eşi eski polis olmasına rağmen tedirgin. Kentte henüz yeterli sayıda kolluk kuvveti yok, önceki gece birileri çadırlarına girmeye çalışmış.

Çadırın önüne dizdiği sukulentleri sulayan kızı Elif’e bakıp gülümsüyor: “Kızım ne dedi bana biliyor musunuz, kızmayalım dedi. Bizden daha fazla ihtiyacı olmasa yapmazdı dedi. Bu çocukların geleceklerine çok üzülüyorum ben.”

Nazik Apartmanı’nda beklenen yardım gerekenden çok geç ulaşıyor, 7 Şubat 2023.

Antakya’da güneş batınca ilk önce hava hızla soğuyor, sonra da enkazların başında ilkel yöntemlerle yakılan ateşlerin dışında kent karanlığa bürünüyor. İnsan görüşü kısıtlanınca daha çok şey işitiyor sanki.

Onunla birlikte Afyon’da yaşayan yeğeni ailesini ziyaret için gelmiş buraya, “İki gün geldi sesi” diyor Sultan Nazik. “Geceleri daha da çok geliyordu ama bir süre sonra kesildi. İnsan böyle demek istemiyor ama hiç beklemeden ölselerdi keşke.”

*

Londralı itfaiyeci Sarah Minma, Antakya’ya ulaşan ilk uluslararası arama kurtarma ekiplerinden birinin üyesi. Sahaya çıkmalarından neredeyse dakikalar sonra 60 yaşındaki Selva Sillioğlu’nu enkazdan çıkarıyorlar. Kurtarma boyunca Selva Hanım’la konuştuğunu, tüm yaşadıklarına rağmen gülümsediğini anlatırken suratı ışıldıyor.

Dil bariyerine rağmen çevredeki gönüllülerin de desteğiyle hızlı şekilde örgütlenen kurtarmanın ardından çok da vakitleri yok, kısa bir su molasından sonra çalışmaya devam etmesi gerekiyor. “Umarım daha çok kişiye ulaşabiliriz” diyor Minma, ulaşıyorlar.

Britanya’dan Antakya’ya gelen uluslararası arama ve kurtarma ekibi, sahaya inmelerinden neredeyse dakikalar sonra enkazdan canlı birini kurtarıyor, 8 Şubat 2023.

Kardeşleri konuşmak istemese de “ben bu ülkenin geleceğinin akılcı bilimsellikte olduğunu düşünüyorum” diyen emekli öğretmen Havva Eker, söze “ben inançlı bir insanım” diye başlıyor. Aynı apartmanda hem kardeşi, eşi ve kızını hem de annesiyle babasını kaybetmiş.

İlk depremlerin üzerinden dokuz gün geçmesine sadece en üst katta yaşayan kardeşinin ailesinin cenazesine ulaşabilmişler, “Onlar da yıkanamayacak durumdaydı” diyor.

“Şehit oldular tabii, onlar için gerekmez, makamların en yükseğindeler ama hasretlik de var. Kavuşana kadar hasretlik. İnsan isterdi ki akıldan uzak olanlar bu hasretliğe sebep olmasın.”

*

“Çay için” diye sesleniyor ileride biri. Ailesinden yedi kişiyi gömmüş Fatma Abla, kardeşi ve çocuklarının yaşadığı apartmanın enkazında bekliyor günlerdir, sesi hepimiz gibi çatallı çıkıyor.

“Hem toz hem de şu duman mahvetti hepimizi” diyor. “Sizin kendinize iyi bakmanız lazım, ayakta kalacaksınız ki sefilliğimizi anlatacaksınız.”

*

Adana’daki Ziyapaşa Eczanesi’nden Hanife Hanım da aynı fikirde. Elinde reçeteyle eczaneye giren şoförden telefonu alıp sıralamaya başlıyor: “Anladığım kadarıyla deprem bölgesinde çalışıyorsunuz. Size hem mevcut durumunuz hem de olası bazı sıkıntılar için ek şeyler önermek istiyorum.”

Gönderdiği idrar yolları enfeksiyonu önleyici ilaçlar hayat kurtarıyor, önerdiği krem hızlıca bölgeye gelecek gazetecilere iletilen ‘çantanızda bulunması gerekenler’ listelerine giriyor.

Antakya’nın Odabaşı Mahallesi’nde enkaza sıkışmış bir araba, 9 Şubat 2023.

İncirlik Hava Üssü’nde AFAD gönüllüsü olarak çalışan lise mezunu bir genç kadın, Google Translate aracılığıyla yabancı gazetecilerden biriyle konuşuyor. Soru parmağındaki yüzük, kadın gazeteci açıklıyor: “Evli değilim. Bu, erkekleri başımdan savmak için kullandığım güvenlik yüzüğüm.”

AFAD gönüllüsü genç kadının suratı ışıldıyor. “Keşke benim de aklıma gelseydi, buradaki erkeklerin bazıları çok abaza.”

*

Bir başka AFAD gönüllüsü akademisyen, telefonun yüzlerce kilometre ötesinden bir mucize haberi anlatıyor. Hatay’da hastanenin yenidoğan ünitesinde kalan bir bebek öldü sanılmasına rağmen küvözde olması sayesinde canlı olarak enkazdan çıkarılmış ve bu durumdan günler sonra haberdar olan ailesinin verdiği DNA örneği sonucu kimliği belirlenebilmiş.

“Sonuçlar geldiğinde bebeği koruyucu aileye vermek üzerelermiş” diyen akademisyenin sesi yorgun. “Çok yanlış şeyler yaşandı ilk günden beri. Biz hiçbir şeyi başaramadık ama en azından o bebek ailesine kavuştu, bunu duymaya da ihtiyacımız var.”

*

Bazıları biraz daha kalıyor bazıları biraz daha önce dönüyor ama gitmek kimsenin içindeki ağır yükü azaltmıyor. Bir gece bir kadın gazeteciden sesli mesaj geliyor, “Dönmek daha zormuş. Buradakiler bizi hiç anlamıyorlar, hiç de anlamayacaklar sanki” diyor, sesi kırgın. Konuşunca yalnız olmadığını anlıyor, içi tam olarak ferahlamıyor ama biraz da olsun rahatlıyor.

Türkiye’yi ve Suriye’yi 6 Şubat’ta vuran ve sonrasında devam depremlerde on binlerce kadın hayatını kaybetti, yakınlarını toprağa vermek zorunda kaldı, yaralandı, evinden oldu.

Travma sadece sevdiklerini, büyüdükleri sokakları, evlerini kaybeden, hayatlarını yeniden kurmak zorunda kalanları değil, bir şekilde bölgeyle temas eden bütün kadınları etkiledi.

Depremin kadınlarının 8 Mart’ı kutlu olsun.

--

--

Gonca Tokyol

Freelance journalist, former senior editor and reporter at T24. Covered a wide range of issues - from terrorist attacks to protests, elections, refugee crisis.